Bir ucu Semerkant’a Diğer ucu Saray Bosna’ya dayanan üç nesildir İstanbul’lu bir aile tarafından 15/02/1968’de Dünya’ya getirildim. Bazen zor bazen eğlenceli genellikle mutlu, Halıcıoğlu, Burgazada, Erenköy arasında geçen kardeşli, geniş aileli, bayramlarda el öpmeli, ilkokulun yıldızı gibi kavramlarla dolu geleneksel çocukluk dönemi. Ardından Fenerbahçe Lisesi, basketbol, THK’da Paraşüt, dokuz kırıklı karneler, kız arkadaşlar, tek ders sınavları derken 1985’te lise kazasız belasız biter.85’te Gazi Turizm, 86’da Yıldız Fizik denenir ve aynı yıl kendimizi Mimar Sinan Üniversitesi Fotoğraf Bölümü’nde buluveririz. Yaşadıkça anlaşılırki bu iş tam bana göredir. Hem karanlık odasıyla sakin, dingin bir o kadar da keşif heyecanı, hem de dışarıdaki çekim süreci ile insanlarla yakın temas veya tele objektif katkısı ile haberleri olmadan hayatlarına girmenin verdiği adrenalinin dayanılmaz cazibesi. Bunların yanında bilim ve teknolojiyi içine en fazla alan sanattır fotograf; işin içine hendese girince lisedeki dokuz kırıklı talebe bir disiplin abidesine dönüşür. 1991’de Akademi biter hemen yüksek lisans ve beraberinde profesyonel fotograf asistanlığı başlar. 1994 – 95′ teki Eğirdir Dağ Komando Okulu, Sivas, Divriği biraz Malatya, biraz Erzincan ama hep dağlarda geçen askerlik dönemi ile aralanan bu süreç ta ki 1997 mayısında baba olana kadar devam eder.…Ve nihayet 1997 haziranından bu yana da kendi stüdyomda Profesyonel Tanıtım Fotoğrafçılığını sürdürmekteyim.Eskiden öğrenim süreci çıraklık, kalfalık,ustalık şeklinde sıralanır; kalfa ustalık mertebesine gelince bağlı oldukları Loncanın Ahisi huzurunda beline kuşak sarılarak ustasından törenle el alırmış. İnancım şudur ki bizim üniversite eğitimimiz ancak çıraklıktır. Asistanlık ise üretimi çocuk bezinden döküme, vitrifiyeden kağıda, otomotivden ilaca uzanan Eczacıbaşı, Cankurtaran, Akkök, Pak ,Toprak gibi kurumlarda geçen kalfalıktır. Ustalıkta ancak (devletlerin devlet olabilmesi için birinci şartın benzerleri tarafından tanınması gibi) başka ustalar tarafından onaylanarak olur. Bu noktadan hareketle sanat kavramına baktığımızda önce zenaat sonra sanat sözünü telaffuz etmek hiçte yanlış olmaz. Aksi taktirde bütün sanat tarihi evrimini yok saymış oluruz. Alta Mira’daki insandan Mısır’a, Yunan’a, Rönenansa ve bugüne gelişe dikkat edelim . Romanesk olmadan gotik yada barok mimari dünemler olabilir miydi? Olamıyacağını kerpiçten betonarmeye özümsemeden geçtiğimiz için 17 Ağustos’ta çok acı bir şekilde öğrendik. O halde biraz zahmet edip, tıpkısını yapabilme becerisine erişmeden yorumunun peşine düşülmemeli ki geleceğimi, çocuklarımıza doğru örnekler gösterebilelim.
www.ahmetgul.com’da son cümleden bu yana olan çalışmalardan yalnızca bir kısmını görebileceksiniz. Umarım sitedeki gezintiniz sizin için eğlenceli bir ipucu niteliği taşır …